Merhaba Dünya!

Ses 1, 2… Tamam mıyız? Güzel. Şimdi ben epey bir zamandır blog yazmayı düşünüyordum ve şu sıralar içinde bulunduğumuz durumu düşünürsek *öhm*korona*öhm* evde boş boş oturup hiçbir şey yapmak yerine (hiçbir şey yapmakta üstüme yoktur) sonunda başlamaya karar verdim, harika! Ayrıca sürekli aklıma gelen yazı fikirleri birikip beni bir şeyler yapmaya itti desek çok yanlış olmaz.

Geldim

Genellikle bir şeyi yapacağınıza karar verdikten sonraki adım onu nasıl yapacağınızdır. Mükemmeliyetçi bir kontrol manyağı olmamdan ötürü WordPress gibi şeylerin beni pek kesmeyeceğinin zaten farkındaydım ama asıl sıkıntı yıllardır yazılımla uğraşmama rağmen şu ana kadar web teknolojilerine dair bir gram tecrübemin bulunmayışıydı. O yüzden kendi sunucu ve alan adımı ayarlamakla uğraşmak canım hiç istemedi. GitHub’ı sıklıkla kullanan ve GitHub Pages üzerinde çalışan bir sürü güzel web sitesine rastlamış biri olarak ben de bu olanaktan faydalanmaya karar verdim. Böyle hızlı karar vermemin belki de en önemli sebebi GitHub’da sunduğunuz sitenin içeriğinde tam olarak söz sahibi olmanız. Ayrıca beceremeyip de elime yüzüme bulaştırırsam ücretsiz olması açısından pek bir şey kaybetmeyeceğimi düşündüm.

Gördüm

Önce her şey çok kolay gözüktü, markdown formatında yazınızı yazıp gittirmek1 gerek ve yeter koşul gibi duruyodu. Aslına bakarsan Jekyll‘le blog yazmak için fazlasına ihtiyacınız da yok zaten ama bendeki NIH2 sendromu azınca hali hazırdaki jekyll-now gibi site şablonları yada temalarını kullanıp yeri geldiğinde küçük değişiklikler yapmak gibi gayet mantıklı olan bir seçenekten gözüme çok basit geldiği için vazgeçtim. Kaçınılmaz olanı ertelemenin anlamı yoktu, vakit gelmişti.

Kodladım

Böylelikle HTML ve CSS öğrenirken kendi web şablonumu teması falan her şeyiyle yazmaya giriştim. En kötü ne olabilirdi ki? Sonuçta javascript yazıp bu dünya ile yozlaşmış varlıkların korkunç gerçekliği arasında bir yarık açmam gerekmiyordu3. Yanılmıştım. Çok geçmeden öğeleri bir türlü hizalayamadığım kabuslardan kan ter içinde uyanmaya başladım. Aklımı sıyırdığımı sayfalar el ele dans etmeye başladığında ancak fark edebilmiştim. Yaptığım korkunç şeyleri düşündükçe vicdan azabı çekiyor, affedilmek için her gece ağlayarak tövbe ediyordum. Web tasarım işindekilerin ruhunu şeytana sattığına iyice kanaat getirmiştim.

Web teknolojilerinden ne kadar nefret ettiğimle ilgili uzun uzun konuşabilirim ama onu için ayrı bir yazı yazsam daha mantıklı olacak. Yaklaşık bir haftada gayet zarif bir web sitesi ortaya çıkarmayı başardığım bu serüvenin sonuna geldiğimizi düşünüyorsan gaflet içinde yüzdüğünü söylemek zorundayım. Eksik olan bir şeyler vardı. İçimdeki ses bana “Elif Şafak iki dilde kitap yazıyor da sen iki dilde blog aman günlük mü yazamayacaksın? İngilizce okumaktan iyice gavur olup çıktın!” diye haykırınca şalterlerim attı. Zaten aklımı yeterince kaybetmiştim kalanı da çarşıya çıksa ne olurdu sanki? En azından çürümeye yüz tutmuş Türkçemi biraz adam ederim de kendi insanıma faydam dokunur diyerek elleri sıvadım ve bir güzel yıkadım (malum hijyen önemli). Hummalı bir çalışmanın sonucu siteyi iki dili de destekleyecek şekilde güncellemekle kalmayıp hali hazırda okuduğun yazıyı da çevirerek web blogumu bir ağ günlüğüne çevirmiş oldum ve tabi bu sırada birçok şeyin nasıl çalıştığını (ve nasıl çalışmadığını) öğrenmiş oldum.

Sana da tadını çıkarmak düşüyor :)